Sitemize Hoş Geldiniz...
c.cerit tarihce 3
· İmrenli (Bu oba Emirzeoğlu obasıdır ve şor evidir. Yani Bey evidir.)
· Azılı
· Vameyli
· Hamdili
· Çakılı
· Tatarlı
· Mustafa Beyli
· Ceyhan Bekirlisi
· Altıgöz Bekirlisi
· Almagöllü
· Yalağevi
· Durak Obası
· Hunatlı
· Yumutlu
Bu yörede Cerid Aşiretinin yiğitlikleri anlatılır. Ceridler, Tacirlilerle iyi anlaşırlardı. (Yalman, 1993: 350)
Geçen yüzyılda Maraş Ceridleri, Kuşlu Ceridi ve Çağlayan Ceridi olmak üzere iki kola ayrılmıştı. Her kol idari bakımdan bir “nahiye” sayılıyordu. Yine geçen yüzyılda çizilmiş 1/400.000 ölçekli Kipert haritasında Kuşçu Ceridi’nin yurdu, Maraş’ın doğusunda ve Pazarcık’ın kuzeyinde bulunmakta, Aksu da bu yurdun ortasında geçmektedir. Aynı haritada Aksu’nun doğusunda güneyde Dedeler, Hasan Ağa, Kuzeyde Belveren ve Kızoğlan köyleri arasındaki topraklar da Yumaklı Ceridi’nin yurdu olarak gösterilmiştir. (Fakat, haritada Bomaklı Ceridi şeklinde yazılmıştır.) Şimdi ise Yumaklı Ceridi bir kasabanın adıdır sadece.
Bu durumda 1850 yıllarında Kırşehir, Keskin ve Ceyhan Ceridleri mali ve idari bakımlardan “nahiye” sayılmışlardır. Böylece işaret edilen yıllarda Cerid ile ilgili dört idari yöre görülür. Bunun sonraları beşe çıkmış olma ihtimali vardır. Bu da Ceridlerin kalabalık kollar halinde olmasından ileri gelmiştir.
Ceridler, uysal ve devlete bağlı, zararsız bir halktır. Diğer göçebe Aşiretlere nispeten zararsız bir Aşirettir.
1855’te Kırım Savaşı nedeniyle Osmanlı Devleti’nin Maraş bölgesinde asker azlığını gören Tecirli Aşireti ve Zeytun Ermenilerinin çıkardığı isyana katılmayan Cerid Aşireti liderlerinden Hasan Bey devlete bağlı Aşiretlerden süvari ve piyade asker temin ederek Maraş’ı isyancılardan kurtarmak için devletin yanında yer almıştır.
Maraş dolaylarında Cerid Aşiretinin yerleşmesi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Fakat, Fırka-i İslahiye kanunun isteyen kışlaklarına isteyen yaylaklarına yerleşebilir hükmüne dayanarak bir kısım Ceridlinin yaylaklarına yerleştiklerini söylememiz mümkündür.
1563 Maraş Tahrir Defterinden çıkan sonuca bakılırsa XVI. yüzyılda Maraş dolaylarında pek çok Ceridli yerleşik hayata geçmiştir diyebiliriz. Fakat unutulmamalıdır ki; Osmanlının sonraki dönemlerinde bozulan asayiş, mal ve can güvenliğinin kalmaması nedeniyle yerleşen pek çok konar-göçer topluluk tekrar konar-göçer yaşamaya başlamışlardır. Belki de birçoğu hâla o dönemde yerleştikleri yerlerde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu ise çok ayrı ve derin bir araştırma konusudur.
1.5 Bir Kısım Ceridlinin İran’a Gitmesi
1606-1607 yılında Safavi Devleti Hükümdarı Şah Abbas zamanında Safavilerin “Erivan” kuşatması esnasında Türkiye’den Silsüpür Ceridinden olan insanlar Şah Abbas’ın yanına gelmişler, Şah Abbas da onlara Save ve Rey ve taraflarında yurt vermiştir. Aynı tarihte Türkiye’de ki Ceridlinin bir kısmı da Cerid Silsüpür adı ile anılıyordu. Türkiye’deki Silsüpür Ceridinin başında bulunan aile hâla varlığını sürdürmektedir. İran’a gelen Silsüpürlerin başı Halil adında bir bey olup Şah Abbas ona Sultanlık ünvanı vermiştir. Silsüpür Halil Sultan 1609 yılında buyruğunda üç yüz kadar asker ile Kürdistan üzerine gönderilen emirler arasında bulunmuş Urmiye şehri civarındaki Dumdum Kalesi’nin fethine iştirak etmiştir. Halil Sultan sonra Bağdat’ın muhasarasına katılmış (1616) ve Osmanlı erzak gemilerinin gelmesine mani olmak için Samarra taraflarına gönderilmiştir. Türkiye’den gelen Silsüpür Ceridi iki bin çadır idi. Şah Abbas bunlardan bir kısmını Korucular arasına dahil etmiş geri kalanlarını da Halil Sultan’ın emrine vermişti. Bu oymağın, Şah Safi zamanında Azerbaycan’da yaşadığını biliyoruz. 1654-1655 yılında elçilikle İstanbul’a gönderilen Kelb-i Ali Sultan da Silsüpür Ceridinden idi. Kelb-i Ali Sultan’ın (1663-1664) yılında hayatta olduğu görülüyor. Silsüpür Ceridi XVIII. Yüzyılda da varlıklarını devam ettirmişlerdir. 1748-1749 yılında Çağdavu Başlık mevkiinde bulunan Mansur Han Silsüpür Ceridi oymağından idi.
Osmanlı Devleti’nin yanlış siyaseti yüzünden Anadolu’dan pek çok Türk İran’a gitmiştir. Bu yüzden Türk halkı içinde nüfus boşlukları meydana gelmiştir. Bu durum Anadolu Türklerinin nüfuslarının azalmasına ve yoksullaşmalarına Osmanlı Devleti’nin de gücünü kaybetmesine sebep oldu. Osmanlı idarecileri hiçbir zaman bunun farkına varamadılar.
1.6 Cerid Aşireti’nin Derbentçi Olması
Osmanlı vesikalarında Derbent kelimesinin bu teşkilata alem olmak üzere XV. Asırdan itibaren kullanıldığı görülüyor. Türkçeye Farsçadan geçmiş bir kelimedir. Bu kelime Der = Geçit, Bend = Tutmak, gibi iki kısımdan ibarettir. Lügat kitaplarında engel, geçit, boğaz, set, hudut bölgelerinde dağlar arasında güçlükle geçilen boğaz manalarına gelmekte olup aynı zamanda istihkam olarak kullanılan bu gibi yerlere de aynı isim verilmektedir.
Derbentler önemli geçit noktalarında bulunmakta olup buralarda geçen yolların ve geçitlerin güvenliğini Derbentçiler temin ediyordu. Derbentçiler eşkıya ile mücadele edip memur oldukları toprakları eşkıya zararından korumakla da yükümlüydüler. Osmanlı devleti çok büyük ekonomik öneme sahip olan Derbentleri canlı tutmak için derbentçileri vergilerden muaf tutma yolunu seçmiştir. Bazen de konar-göçer Türkmenleri derbentçi olarak yerleştirme yoluna gitmiştir. Güney Doğu Anadolu’da bu gayeyle İfraz-ı Zulkadriye oymaklarının Ceyhan nehri üzerindeki Kınık kazası ile Berendi ve Ayas kazalarına 11Ocak 1681’de yerleştirilmelerine karar verilmişti. Ticaret ve Hac yollarının güzergahında bulunan bu yerlerin emniyetini temin etmek düşüncesi ve bu oymakları toprağa bağlamak gayesi ile 20 oymağa mensup kimseler 640’ı sipahi reayası olan 1303 hane kadar tutmakta idi. Bu oymaklar arasında Kancı Ceridi; Dipgalı Ceridi, Göçer Ceridi, Derdili Ceridi adlı Cerid Aşiretine mensup oymaklar vardı. Bunlar Payas civarındaki Demir Kapı’dan (1675 tarihinde bu önemli Derbenti muhafazaya Seyyidler, Keçelü Cerid oymakları ile Ulaşlı Köyü memur edilmişlerdi.) Misis köprüsüne kadar olan yolu gözetlemek üzere Derbentçi tayin edilmişlerdi. Esasen tehlikeli yerlere Derbentçi bulmak güç olduğundan böyle yerler ya asker ya da konar göçereler vasıtasıyla idare ediliyordu.
1705 yılında Kömür Ceridi cemaati Kurtkulağı Derbendine yerleştirilerek Derbentçi olarak kaydedilmişlerdir.
Kurtkulağı Derbendi Çukurova’nın kapısı konumunda olan önemli bir derbenttir. Derbentler Osmanlı ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Ülkenin iç güvenliği, halkın güvenliği için çok önem verilmişti. Derbentçi olanlar, vergilerden muaf tutulmuştur. Böylece Derbentçiliğe özendirilmeye çalışılmıştır.
1. 7 Cerid Aşireti’nin İskanı Hususunda Saptamalar
1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu hızla Türkleşirken şüphesiz bunda en büyük pay dalgalar halinde göçlerle gelen konar-göçer Türklerindir. Orta Asya’dan Viyana’ya değin pek çok yer adları (ırmak, ova,nehir,deniz) konar göçer Türklerin arı ve temiz Türkçelerinden hayat bulmuştur. Türkçe ad alıp Türkleşmiştir.
Anadolu’nun muhtelif yerlerinde konar göçer tarzda hayatlarını devam ettiren Türkmen oymakları zaman içinde yerleşmeye başlamıştır. 1563 Maraş Tahrir Defterinden de anlaşılıyor ki; 16. yüzyıl konar göçerlerin bir kısmı yerleşik hayata geçmiştir. Ürettikleri mallar arasında soğan, buğday, arpa, ceviz gibi toprakla uğraş sonunda elde edilecek mamuller vardı. Bu gün dahi Anadolu’nun pek çok yerinde yarı konar göçerlikten söz etmek mümkündür. Anadolu’da eşkıyalığın artması, bazı yerleşmiş olan Türkleri tekrar konar göçerlik yapmıştır. Cerid Aşireti Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinde etkin ve faal bir rol oynamıştır.
18. Yüzyılda konar göçer yaşayan Cerid Aşireti göç esnasında yerli ahaliye zarar veriyordu. Sivas taraflarındaki yaylalara tecavüz ederek ahalinin mallarına ve hayvanlarını yağmalamıştır. Bu durumun ülke ekonomisini baltaladığını gören Osmanlı devleti konar-göçerleri iskan etmek için kapsamlı bir çalışma başlatmıştır. Çünkü, harap ve bakımsız yerlerin ziraata açılması teşebbüsleri bazı Aşiretlerin şekavetlerinden dolayı zarara uğruyordu. Bu nedenle sürgünler yapılıyordu. Hatta bu şekavetlerin önlenmesi için Cerid Boy Beylerine ve sair torunlarına fermanlar gönderilmiştir. Anlaşılıyor ki Osmanlı Devleti bu tür eşkıyalık faaliyetlerine karşı yerel kuvvetleri kullanarak devlete binecek yükü hafifletme yoluna gitmiştir. Osmanlı Devleti’nin faaliyetlerine uzun süre direnen Cerid Aşiretinin 1702’ye kadar şekavete devam edip yerleşmedikleri görülür. Bunun üzerine tedbir olarak kendilerine “ber vech-i Arpalık” tayin edilen Alâiye Sancağı Mutasarrıfı Musa Paşa’yı Cerid cemaati bir kısım yörükle beraber öldürmüşdür.Halep, eyalet hazinesine tayin olunan El Hac Ataullah da görevine giderken İfraza tabi Cerid cemaati eşkiyalarının baskınına uğramıştır. Bu baskında hazine malları yağmalanmış ve 130 kişi ölmüştür.
Konar-göçer Türklerin sosyal yapısı iyice araştırılıp ondan sonra bazı uygulamalara gidilmeliydi. Fakat Osmanlı devleti biraz da kaba kuvvetle konar göçerleri yerleştirmeye kalkınca konar göçer cemaatlerin tepkisi sert olmuştur. Binlerce yıllık yaşam şekillerinden vazgeçmek, alışkanlıkları unutmak çok ağır ve zor olmuştur. Özellikle Osmanlı askeri güç kullanırken; Osmanlı, konar göçerlerin iskan işini bu insanları hiç tanımayan, kültürlerine yabancı devlet adamlarına verince çok üzücü olaylar olmuştur. Zaten yaratılışları gereği her türlü baskıya çok sert tepki veren konar göçer Türkler zorla yerleştirildikleri yerlerden ilk fırsatta kaçmışlardır.
Rakka havalisinde Belih nehri kenarına iskan edilen Ceridler, buradan kaçıp Gavurdağı (Nurdağı) çevresinde yaşayan Çobanoğlunun yanına gelmiştir.
200 kadar olan bu insanlar Nestan, Hacılar, Küreci köylerine yerleşip şekavete başladılar. 1708’de Ceridoğulları 100 kadar haneleriyle ikametlerini terk ederek Gözile kariyesi civarında Hamit ve Seydimelik mevkilerinde konup göçerek tecavüze başladılar.
Cerid Aşiretinin iskan yerlerine baktığımız zaman da görülüyor ki; iskan yapılırken kalabalık Aşiretleri bir arada yerleştirmek yerine dağınık bir şekilde yerleştirilmesi tercih edilmiştir. Bundan amaç, güçlü Aşiretlerin gücünü kırmaktı. Bu gün bir yerleşim yerinde farklı Aşiretlerde küçük grupların bir arada yaşadığını görüyoruz. Böylece konar- göçer Aşiretlerin “Aşiret” bağlantılarını zayıflatıp yerleştiği toprağa bağlanması düşünülmüştür.
Cerid Aşireti tabiatı gereği savaşçı bir topluluktur. Çok mahir ve iyi bir binicidirler. Vatan millet söz konusu olduğunda gözünü kırpmadan ölüme giderler. Zaten, kaynaklarda diğer Aşiretlere göre az zararlı bir halktır diye geçer. Hatta Kırım savaşı’nda (1853-1855) İstanbul’a gelip orduya gitmiş olan Kara Fatma adındaki Hatun kişi Cerid Aşiretinde bir oymağın kethüdasıdır.
Kara Fatma, Kırım Savaşında, emrindeki Ceridli yiğitleriyle beraber epeyce bir kahramanlık göstermişti. Bu yiğit Ceridli Türk kadının Fransız arşivlerinde bir resmi KSÜ Fen Ed. Fak. Tarih Bölümü Başkanı Doç. Dr. Ahmet Eyicil’in eline ulaşmıştır.
Bu resmin altında “Kara Fatma veya Maraş Kahramanı Kırım Savaşı’nda savaşan, yüreğine Tanrı tarafından dokunulan biriydi yani seçilmiş biriydi. Jeanne de’ Are’ da olduğu gibi, Kara Fatma’da da güçlü kuvvetli bir kadının kalbi vardı.” Jeanne d’are Fransızların çok ünlü bir kadın kahramanıdır. Bu kadının Tanrı tarafından görevlendirildiğine inanılır.
Bundan 150 yıl önce bir Türk kadınından böyle kutsiyetle söz edilmesi gurur vericidir. Cerid Aşiretinde kadın erkek hep yan yana olmuştur. Ne biri önde ne biri geride. Türk milleti şanlı tarihini yazarken Türk kadını çok önemli görevleri başarmıştır.(Değerli Hocam Eyicil; tevazu gösterip resmi bana vererek, resmin tezimde yayınlanmasını sağladı.)
Ceridlilerin yoğun bir şekilde yaşadığı adını da Cerid Aşiretinden alan Çağlayancerid ilçesinde yaptığım araştırmalar neticesinde Kara Fatma’nın hâla unutulmadığına hikayesinin halk arasında anlatıldığına tanık oldum. Eski Çağlayancerid ilçesi Belediye Başkanı değerli Cerid büyüğü Hasan Kekil; Kara Fatma’nın kocasının erken yaşta ölmesi üzerine oymağa Beylik eylediğini, küçük yaşta oğlunu savaşa gönderir ise ocağını kör koyacağını düşünerek kendi yiğitleriyle beraber savaşa gittiğini nakletti. Böylece ocağını tüttürerek bir erkek evladı geride kalmış oluyordu. Kara Fatma Kırım Savaşından döner, Fırka-i İslahiye’ye gelerek iskan için yer ister. Kendisine ikram edilip iskan yeri gösterilir.
Kara Fatma’nın torunları hâla Karaosmanlı adı altında Çağlayancerid’te yaşamaktadırlar. 1986’da değerli bilim adamı Faruk Sümer’in Çağlayancerid’i ziyareti esnasında tavsiyesi üzerine ilçe merkezinde bir sokağa “Kara Fatma” adı verilmiştir.
Osmanlı arşiv ve kaynaklarında konar-göçer Aşiretler için dolayısıyla Ceridler için de “şaki” veyahut “şekavet yapmak” gibi sözler kullanılmıştır. Bu sözleri çok yadırgamamak gerek. Çünkü konar göçer hayata yabancı olanların Konar- Göçer Türkmenler için ve onların yaşam tarzını, hayata bakış açısını tanımadan, sosyal yaşantılarını incelemeden söyledikleri sözler ne kadar doğru bir tanım olur ki!Aşiretten üç beş kişinin yapmış olduğu yanlışlığı tüm aşirete mal etmek de doğru değildir.
Cerid Aşireti iskan esnasında bazı şartlar gereği genişçe bir alana yayılmıştır. Ama kültürleri hâla bir bütündür ve birbirlerini tamamlar. Şimdiki Gaziantep’te bir çok köylerde yaşayan Baraklar’ın aslında Ceridlerin bir obasından gelmeleri de muhtemeldir.
Saf Ceridi Antep şehri dahiline kendiliğinden yerleşmiştir. (Halaçoğlu, 1991) Bütün bunlardan başka XVI. ve XVII. yüzyıllarda İçel bölgesinde (Silifke, Anamur, Mut) Yörükler arasında Cerid adlı bir oymağın yaşadığı gibi, Aksaray, Sivas (Zara), Çorum, İzmir (Ödemiş), Afyon Karahisar (Dinar), vilayetlerinde de Cerid adlı köyler görülmektedir.
Cerid’in adı Köroğlu destanı ile ilgili şiirde de geçmektedir.
“İndim geldim Cerid Afşar iline
İlleri var bizim ile benzemez
Heves oldum sohbetine diline
Dilleri var dilimize benzemez.”
Cerid adının Köroğlu destanında geçmesi, onun yaygın bir üne sahip olmasından ileri gelmiştir.
Kaynaklarda rastladığım Cerid oymakları; Saf Ceridi, Togan Ceridi, Zekeryalu Ceridi, Cerid Üzeyiri, Bayır Cerid, Fakih Ceridi, Silsüpür Ceridi, Kancı Ceridi, Sakallu Ceridi, Dipgalı Ceridi, Göçer Ceridi, Derdili Ceridi, Kara-Hasanlu Ceridi, Kömür Ceridi, Aralık Evi Ceridi, Kızıllı Ceridi, Fakılar Ceridi, Tabanlu Ceridi, Oruç Gazili Ceridi, Sultan Hacılı ve Mamalı Ceridi. Bunlardan Mamalı Ceridi, XVII. yüzyılda güçlenmiş ve bundan dolayı ayrı bir oymak gibi sayılmıştır. Mamalı oymağı batıya doğru göç etmiş ve XIX. Yüzyılın ortalarında bilhassa Bozok (Yozgat bölgesi) sancağını yurt tutmuştur.
<<< SAYFA 1 <<< SAYFA 2 SAFYA 4
>>>
ÇAĞLAYANCERİT İLGİLİ BAĞLANTILAR
| TARİHÇE | | COĞRAFİ YAPISI |
| NÜFUS YAPISI | | FOTOĞRAFLAR | | KÜLTÜR SANAT |